18 Aralık 2014 Perşembe

lojisitk köy

Lojistik köy, denince aklıma iki şey geliyor: Birincisi Hızlı Kalkınma, ikincisi MÜSİAD Erzurum Eski Başkanı Sn. Abdullah Mustafa Güvenli.
İlkinden başlayayım;
Kanaatimce lojistik köyün ne olduğu şehrimizde pek bilinmemekte. Lojistik köy bir şehrin bütün ticari yollarının kesiştiği bir konuma kurulmaktadır.  Havayolu, karayolu, demiryolu ve deniz yolunun birleştiği bir merkez düşünün. Bu merkezde antrepolar, büyük depolar, havalandırma depoları v.b.gibi binaların bulunduğu büyük bir alan. Örneğin bu köyde bir deponuz var. Ankara'dan demiryolu ile getirdiğiniz malı buradaki depolarda bekletiyorsunuz. Sonra aynı malı havayolu ile atıyorum Kazakistan'a gönderiyorsunuz. Azerbaycan'dan karayolu ile gelen bir ticari emtiayı yine bu depolarda çürütmeden, mala herhangi bir zarar gelmeden depolarda beklettikten sonra tekrar herhangi bir mevcut yol ile istediğiniz yere
gönderiyorsunuz.
Malumunuz Erzurum'da nakliye çok pahalı ve buda ürünün maliyetine en az yüzde 20 etki ediyor. Yani satın alınan veya üretilen bir mal en az yüzde 20 pahalı oluyor. Sonuçta ürettiğiniz veya sattığınız emtia diğer emtialarla rekabet edemez hale geliyor. Lojistik köyün faal olduğu zamanlarda nakliye en yüzde 10 daha ucuza malediliyor. Lojistik köyün hiçbir faydası olmasa sadece nakliyede yüzde 10 kâr sağlaması demek şehrimizde her şeyin en az yüzde 20 ucuzlaması demektir.
Gelelim hızlı kalkınmaya; bunu basit bir örnekle açıklamak istiyorum. Samsun Lojistik Köy'ü faaliyete geçmeden önce Samsun'un  ihracat rakamı 50 milyon dolar. Lojistik köy kurulduktan sonra Samsun'un ihracat rakamına tahmin edebilir misiniz?  Kaç kat büyüdü dersiniz? Tam 15 kat yani 50 milyon dolardan 750 milyon dolara çıktı. Bu dediğim rakam lojistik köyün ilk faaliyete geçtiği zamanlardaki rakam. Bugün Samsun'un ihracatı bir buçuk milyar doları aşmış durumda. İhracatının artmasının en önemli ve en etkin sebebi lojistik köyün faaliyete geçmesi.
Kurulduğu 5 sene içinde bulunduğu şehri 30 kat büyüten bir ticari merkezin sanayici ve tüccarları tarafından canı gönülden desteklenmesi ve dört elle sarılıp bir an önce aktif faaliyete geçirilmesi gerekirken, maalesef bahsettiğim taraflarca bu konuya bigâne kalınması beni ziyadesi ile şaşırtmaktadır. Bir örnek vermek istiyorum.  MÜSİAD' ın Samsun'da yaptığı toplantılara katılmıştım. Malatyalı bir iş adamı anlatmıştı. Samsun Lojistik Köy'de kiraladığı depoya kaysıları Malatya'dan karayolu ile Samsuna getiriyor. Lojistik merkezdeki deposunda kaysıları bozulmadan uzun süre depolayabiliyor. Sonra, kaysıyı Samsun'dan gemilerle Rusya'ya ihraç ediyor. Yanılmıyorsam, ayda 3 veya 4 milyon dolarlık ihracat yapıyordu.
Erzurum Lojistik Köy  konum itibariyle 4 başkente eşit uzaklıkta,  aynı zamanda Trabzon limanına 200 kilometre uzaklıkta. Böyle bir merkezin aktif olarak çalıştığı zaman neler yapabileceğini siz düşünün.
Gelelim Abdullah Mustafa Güvenli' nin MÜSİAD başkanı olduğu döneme. Bence Mustafa Bey'in gösterdiği en büyük icraat; lojistik köyün Erzurum'da yapılmaya başlanmasına hız kazandırmasıdır. Şayet şu anda şehrimizde lojistik köy binası yapılabiliyor ise ve  arazisi  tahsis edilmiş ise bunda Sayın Güvenli' nin müthiş emeği vardır. Şunu çok açık ifade etmem gerekirse bu şehirde yaşayan bu şehrin ileri gelenlerinin hiçbiri bu konuya sıcak bakmadığı günlerde, Sayın Güvenli dönemin Başbakanı Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey'le bizzat görüşerek lojistik köyün Erzurum'da kurulmasına önayak olmuştur.  İhalesini yapılmasından yer tahsisine kadar her şeyi ile ilgilenmiştir. Bence Erzurum' lu iş adamları ve sanayicilerin Sayın Güvenli' ye vefa borçları var. Lojistik Köy faaliyete geçipte, iş adamlarımız ve sanayicimiz karlarını katlarken Sn. Güvenli' yi hiçbir zaman unutmamalılar.
MÜSİAD eski başkanımıza bu vefayı ancak şu şekilde ödeyebiliriz.; Lojistik köyün mükemmel bir şekilde tamamlanıp faaliyete geçtiğini göstererek. Bu konuda da başta siyasilere, sivil toplum kuruluşlarına, işadamlarına, tüccarlara ve özellikle de sanayicilere büyük iş düşmektedir.
Lojistik köy faaliyete geçtikten sonra şehrimizin ticaretinde ve sanayisinde gözle görülür büyüklükteki  değişim, MÜSİAD başkanımızın ne kadar haklı olduğunu gözler önüne serecektir.


20 Kasım 2014 Perşembe

Mikro HES'ler



MİKRO HİDRO ELEKTRİK SANTRALLERİ


           Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu, 
           Gelir de Adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu. 

Yukarıdaki mısraları hepimiz biliriz. Merhum Mehmet Akif Ersoy’un “Kocakarı ve Ömer(RA)” isimli şiirinden, hemen herkesin dilinde olan meşhur mısralar.

Geçenlerde TV de bir haber izledim. DİCLE nehrinin sularının azaldığı, yer yer bataklıklar oluştuğu anlatılıyordu. Dicle ve Fırat nehirleri asırlardır medeniyetin merkezi olmuş nehirler. Bunların su seviyeleri düşmüş.

Sapanca gölünün su seviyesinin minimum kritik eşik değerine indiği haberleri, internet ve medyada çok sıklıkla dile getirilir oldu.

Ülkemizde pek çok “göl ve göletin kuruduğu” yönünde çıkan haberlere sanki alıştık.
Şehrimizin meşhur Tortum Şelalesinin bulunduğu göletin sularının azaldığı, oraya piknik yapmaya gidenlerin malumu.

Büyük nehir ve göllerin sularının azalmasının nedeni, bunları besleyen küçük dere ve çayların kuruması veya taşıdıkları su miktarlarının azalması. Sizce bunların sebebi sadece “Küresel Isınma” mı, yoksa başka daha yakın bir sebep var mı?    

Size en yakın bir Mikro HES tesisini inceleyin. Şöyle bir şey göreceksiniz; Bir nehir düşünün. Bu nehrin her iki tarafı yaklaşık 1 mt. Yüksekliğinde beton duvarla kaplanmış olsun. Bu nehir(çay) daha aşağıda bulunan Mikro HES e su sağlıyor. Bu duvardan dolayı önceden bu çaya gelerek su ihtiyacını gideren böcek türü canlılardan tutun, kurbağa, yılan türü sürüngenler ve kurt, tilki vs. gibi daha büyük yırtıcılara kadar hemen bütün hayvanatın su kaynağı kesilmiş durumda. Nehir kenarlarında kendiliğinden yetişen yüzlerce tür bitki için, herhalde ziraatçı bilim adamlarının açıklayacağı binlerce sayfalık doküman vardır. Bu bitkiler yok olursa ne olur, onlara sormak gerekir. Sizce bu duvar yalnızca bu hayvanları mı susuz bırakıyor?. Yoksa yakın gelecekte hepimizin hayatını mı tehdit ediyor, bir düşünmek lazım. Hayvan ve bitkilerin yaşamadığı yerlerde (çöllerde) insan yaşayabiliyor mu?.

Mikro HES den çıkan suyun dere yatağına KORUNARAK bırakılması gerekiyor. Yani çıkan su için bir kanal yapılması gerekiyor. Fakat bu hiçbir tesiste yok. Böyle olunca tesisten bırakılan su dere yatağına gidinceye kadar büyük kısmı toprak tarafından emilerek yok ediliyor. Yani dere yatağına suyun çok az kısmı ulaşmış oluyor. Kuraklığın bir sebebi de bu.

Türkiye de ki Mikro HES lerin sayısı yaklaşık 1600 olarak planlanmış. Türkiye de ki mevcut akarsu, nehir, çay ve derelerin sayısı 2325 civarında. Bunların 300 kadarı Fırat, Dicle gibi büyük akarsular, ve hemen hepsinde büyük barajlar var. Yani bu şu demek, bütün derelere Mikro HES yapılacak. Şu ana kadar 800 kadarı tamamlanmış. 800 tanesi ile yaşanan kuraklık bu. Demek ki, daha gördüğümüz bir şey değil. Asıl TEHLİKE gelecekte.

Yukarıda ki resme bakıp aldanmayın. Bu resim AB ülkeleri için geçerli. Böyle cennet HES ler AB, ve ABD de var. Ama onların maliyeti bizimkilerin 4 katı. Çünkü bir HES in maliyetinin sadece 4 de 1 i teknik malzeme tutarı. 4 de 3 ü, ÇEVRE nin düzenlenmesi. Çevre düzenlemesine (ÇED); derenin ıslahından, can suyuna kadar; derenin Habitat kaynaklarından, su rejimlerine kadar “tabiatı koruyucu” bütün unsurlar ekleniyor. Bizde ise bunlar kağıt üstünde istense bile, uygulamada yapılmıyor. Yeni kurulan hükümetten beklentim, 1x4 lük değil, 4x4 lük Mikro HES ler kurmak ve eskilerini 4x4 lük hale getirmek.

Sanırım yetkililere yukarıda ki türden resimleri göstererek izin aldılar. Keşke izin veren yetkililer gelip son durumları görseler. O resimler de aşağıda. 

Dicle kenarında kurt tarafından kaçırılan koyunun hesabı, sorulur da Hz. Ömer’den;
Dicle’nin kendisinin suyunun hesabını sormaz mı Adl-i İlahi ?. 

Mustafa Şekip YAVUZ

Yazar, Elektrik-Elektronik Mühendisi.                m.sekipyavuz@gmail.com




Körling

Körling

Erzurum 2011 Universiad  Kış Olimpiyatlarından yaklaşık 2 sene önce, evde oturmuş televizyon izliyordum. Televizyonda Norveç te  yapılan Körling müsabakaları canlı olarak yayınlanıyordu. Bu spor çok hoşuma gitmişti.  Orta yaş sınıfı olarak nitelendirilecek yaşlardaki insanlar,  ütüye benzer bir spor aleti ile müsabaka yapıyorlardı. Oldukça eğlenceliydi. O zaman şöyle düşünmüştüm: “Adamlar aşmışlar, keyifleri yerinde,  hafta sonlarını ne kadar da güzel değerlendiriyorlar. Üç beş kişi bir takım oluşturmuş, Körling oyunu oynuyorlar!”. Norveç ligi oyuncularının yaş ortalaması ve yaptıkları işler daha çok dikkatimi çekmişti. Oyuncular,  yukarıda dediğim gibi, Norveç’in en iyi orta yaş oyuncuları idi. Takımlar, spikerin anlattığına göre, bir şirkette çalışan üç beş kişinin veya o civarda yaşayan esnaf ve tüccarın bir araya gelmesiyle oluşuyormuş.  Bayanlar için de  ayrı bir ligleri var. Düşününce, adamların boş zamanlarını ne kadar iyi değerlendirdiklerini gördüm.  Hafta içinde işlerinde güçlerinde çalışıyorlar, hafta sonu ise bir araya gelip “Körling” oynuyorlar. Zaten Körling de böyle başlamış.


Ve sonra Erzurum’da 2011 Üniversiad Kış Olimpiyat Oyunları başladı. Körling salonları yapıldı. Dünyanın dört tarafından sporcular geldi. Bu müsabakalar bizim şehrimizde oynandı.  Evimizden 5-10 dakika uzaklıkta olan müsabakaları kolaylıkla izledik. Burada da dikkatimi şu çekmişti: Erzurum’daki müsabakalar üniversitelerarası olduğundan, takımlar  üniversiteli gençlerden oluşmuştu. Fakat orijinalinde Körling’ in orta yaş sporu olduğunu öğrendim. Hatta bizim antrenörler “emekli sporu” diye de hemen isim takmışlar.  Yani bu sporun ilk çıkışı da orta yaş sporu olduğunu gösteriyor.


Hassaslık seviyesi ve kazanmak için ortaya konan stratejik düşüncenin karmaşık yapısı sayesinde curling "buzüstü satranç" olarak adlandırılıyor. Dikkat ederseniz hem hareketler yavaş hem de düşünerek oynanan bir oyun!. Basketbol, Voleybol ve Futbolu düşünürseniz onlara göre oldukça yavaş, hesap kitap isteyen ve dikkatli olunması gereken bir oyun.


Erzurum’da 2011 Üniversiad Kış Olimpiyat Oyunları için harcanan paranın yaklaşık 600 milyon TL. olduğu açıklanmıştı. Bu fiyata mal olan tesislerin pek çoğu bugün atıl durumda.  Benzer durum Avustralya Sydney Olimpiyatları’nda da olmuş; Olimpiyatlar için hazırlanan tesisler olimpiyatlardan sonra kullanılmaz hale gelmiş.  Bu duruma çözüm bulmak isteyen Avusturalya hükümeti çareyi tesisleri halka açmakta bulmuş. Sonuç olarak tesisler bugün kullanılır hale gelmiş. Bu gün O tesisler sadece müsabakalar için değil halkın tamamının kullandığı spor salonları haline gelmiş durumdalar.


Biz de aynısı olmaz mı acaba?. Bütün tesisleri halka açmak mümkün olabilir mi?. Halkın ücretsiz olarak spor yapması sağlanabilir mi?. Halkın yararına nasıl sunulabilinir?. Son zamanlarda, bu tesislerin önünden geçtikçe bu tür çözümler aklıma geliyor. Şehrimizde yaşayan  insanların sosyal aktiviteleri sınırlı. Yukarıda izah etmeye çalıştığım gibi; Körling’in asıl oyuncuları orta yaş kesimidir. Biz çocukları ve gençleri Körling’e yönlendiriyoruz. Hâlbuki Körling orta yaş sınıfı için.



Hem tesislerin geleceği için ve hem de insanlarımızın kahvelerde boş oturup vakit geçirmesini önlemek için,  acaba bu tesisler Avustralya'da olduğu gibi halka açılamaz mı?. Böyle yapılarak, aynı zamanda orta yaş sınıfı için bir aktivite bulunmuş olur ve hem de şişmanlamaktan muzdarip insanımız sporla iştigal etmiş olur.  Bugünlerde özelleştirmesi düşünülen tesislerin,  bu şekilde değerlendirilebileceği kanaatini taşımaktayım.

27 Ekim 2014 Pazartesi

Selenoid Vana



Selenoid Vana

Şimdi siz, “Bu da nereden çıktı?” diyeceksiniz, biz burada oturmuş bir makale beklerken “bize teknik bir konudan mı bahsedecek siniz?” diye düşünüyorsanız, hemen acele karar vermeyiniz. Bu teknik bir yazı değil, bir tanıtım yazısı da değil, baştan bunu söyleyeyim. Aslında hepimizin hayatını ilgilendiren bir konu. Daha doğrusu doğalgaz kullanan aileleri ilgilendiren bir konu.

Sabrınızı daha fazla zorlamadan hemen selenoid vananın ne olduğunu kısaca açıklayayım. Selenoid vana, meskenlerde  doğalgaz sistemine monte edilen bir cihaz. İşlevi şu; doğalgazı otomatik veya manüel olarak kesmek. Doğal gaz tesisatında herhangi bir arıza veya onarım olduğunda, doğal gazın emniyetli bir şekilde kesilmesini sağlamak.

Normalde; Selonoid vana doğalgaz sayacının hemen çıkışına bağlanıyor. Sebebi şu; doğal gaz sayaçları, meskenin dışına monte edilir. Sayaç okuma kolaylığı olduğu için. Evin dışına monte edilen doğal gaz sayacı ve selenoid vananın bir faydası da şudur:  Ev ortamındaki havadan farklı bir hava ortamında bulunması. Yani cihazlar, ev dışına monte edilerek , evin içindeki  havadan, farklı bir hava ortamının içinde bulunmaları sağlanmış olmaktadır. Örneğin ev içinde ki hava zehirli, boğucu veya oksijeni az bir hava ise, dışarıdaki hava bundan farklıdır.

Gelelim, selenoid vananın nasıl çalıştığına.

Selenoid vanayı doğala gaz sayacının hemen çıkışına bağlıyorsunuz. Selenoid vananın bir ucunu da gaz alarm cihazına bağlıyorsunuz. Alarm cihazı, evinizde gaz kokusunu hissettiği zaman alarm çalmaya başlıyor, bir süre sonra da, elektriksel olarak bağlı olduğu selenoid vanayı devre dışı bırakıyor, böylece  eve giren doğal gaz otomatikman kesilmiş oluyor.  Kısaca evinizde doğal gaz kaçağı olduğu zaman hem alarm çalıyor ve hem de doğal gaz otomatikman kesiliyor. Sonra isterseniz, selenoid vanayı manüel olarak tekrar devreye alabiliyorsunuz.

Şimdi ben bunu şimdi ben bunu neden anlattım.

Hatırlarsanız, Ankara’da öğrencilerin kaldığı bir evde,  doğalgaz zehirlenmesi  olmuştu,  6 veya 7  öğrenci vefat etmişti,  İşte o evde yukarıda anlattığım bu sistem olsaydı, muhtemelen böyle bir facia yaşanmayacaktı. Bir gaz sızıntısı durumunda gaz alarm cihazı devreye girecek ham sesli uyarıda bulunacak ve hem de eve giren gaz selenoid vana tarafından kesilecekti.  

Bu tür hazin ve dramatik olayların yaşanmasını önlemek için selenoid vana ve gaz  alarm cihazı  uygulamasının  yasal olarak zorunlu hale getirilmesi gerekmektedir.

Ülkemizde böyle bir uygulamanın zorunlu olup olmadığını incelediğimde şu üzücü sonuca vardım.  Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK),  bu tür uygulamaları 50 KW ın üstündeki kazan dairesi ve benzer mekanlar için şart  koşmuş,  normal mekanlarda, normal  dairelerde böyle bir zorunluluk yok. Aynı zamanda EPDK, bu zorunluluğu yerel doğalgaz dağıtım şirketlerinin uygulamalarına bırakmış, yani herhangi bir ildeki doğalgaz dağıtım şirketi -selenoid vana ve gaz alarm cihazını-  isterse zorunlu hale getirebilir isterse getirmez.


Benim önerim şu; can emniyeti açısından EPDK bunu yasal   zorunluluk haline getirmeli. Bütün konutlarda alarm + selenoid vana  kurulması yönetmelikle mecburi hale getirilmeli.  Evlerde, işyerlerinde, meskenlerde ve mümkün olan  bütün mekanlarda gaz alarm cihazı+selenoid vana uygulamasının yapılması sağlanmalı.  

5 Ekim 2014 Pazar

İNGİLİZCE



İNGİLİZCE
Yüksek Öğretim Kurumuna (YÖK) radikal bir öneride bulunacağım; En taşradaki  üniversitemizden, en merkezi üniversitemize kadar bütün üniversitelerimizin eğitim, öğretim ve iletişim dili İNGİLİZCE olsun.

Bugünlerde üniversitelerimizin açılış törenleri yapılmakta. Tam bu konuyu yazmayı düşünürken, radyoda YÖK başkanının bir toplantıda yaptığı konuşmaya şahit oldum. YÖK başkanının konuşması Ülkemiz ve İslam ülkelerindeki üniversitelerin durumu ve daha iyileştirilmesi ile ilgili idi. İşte önerim tam bu noktada olacak. Muasır medeniyete ulaşmış ülkelerin üniversiteleri ile bizim üniversitelerimiz arasındaki en büyük engel, İLETİŞİM. Bunun da sebebi İNGİLİZCE.

İngilizce artık bir yabancı dil değil. Matematikte dört işlem ne ise, iletişim için,  İngilizce de günümüzde o. Bu söylediğim bütün branşlar ve bilimsel dallar için geçerli. İngilizcesiz bilimsel faaliyette bulunmak imkansız gibi. İngilizce bilmeden uluslar arası arenada bir tek adım atmanız mümkün değil.

Türk dil bilimcileri, Türkologları, Türk Tarihçilerini ve Öz Türkçecileri incitmek gibi bir niyetim yok. Elbette ki, her ülke vatandaşı kendi dilini sevmeli, korumalı ve geliştirmeli. Mümkün olan her yerde de kendi dilini kullanmalı. Bunda tamamen hem fikirim. Fakat iş İngilizce’ye gelince, durum değişiyor. Dediğim gibi İngilizce artık bir lisan değil. İngilizce dünyadaki tüm lisanların tamamlayıcısı. Dünya dillerinin eksiklerini,gediklerini dolduran bir alt “lehçe” gibi. Sanki bir dilin alt şiveleri gibi bir şey. Türkçemize bir bakalım, TV, internet, video, tomografi, elektrik, Mouse, radyo,selfie  ve saire, ve saire. Bu ve bunlar gibi yüzlerce kelimenin yerine koyacağımız Türkçe eş anlamlı kelimeleri bile icad etmemişiz. Bunların yerine belki Türk Dil Kurumu ve Dil Bilimcilerimiz bir takım kelimeler önermiş olsalar bile, onların önerdiklerinin çok azının kullanıyoruz. Tabi ki bu istenen bir durum değil.

Ayrıca uluslar arası arenada artık İngilizcesiz hiçbir şey yapılmıyor. Bir Cinli ile bir Japon, iki komşu ülke, İngilizce konuşarak anlaşıyor. Bir tomografi cihazını çalıştırmak için 4 tane teknisyen oturtuyoruz. İki tanesinin işi İngilizce Kullanım Kılavuzunda anlatılanları doğru olarak öğrenip, uygulamak. Tam bir yabancı lisan eğitimi verebilsek, bir tek teknisyen yeterli olacak. Ama ne yazık ki hepimiz Mükemmel İngilizce biliyoruz ama ; konuşamıyoruz, yazamıyoruz ve anlayamıyoruz.
 
İnternetin daha yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı zamanlarda Google’dan Mevlana’yı, mesnevi’yi aratmıştım. Tek bir tane Türkçe site bulamamıştım . Bugün arattım,1.350.000 Türkçe, 1.260.000 İngilizce sonuç çıktı. “Kuran” kelimesini arattırdım; 20.800.000 Türkçe, 26.900.000 İngilizce çıktı. “Hacı Bektaşi Veli” kelimesinin İngilizce aramada çıkan sonuç,775.000; Türkçe aramada çıkan sonuç,1.400.000. Her şeyi ile “”Türkçe”” olan böyle bir insan için bile, İngilizce, 750.000 arama sonucu çıkıyor.  Yani kendi öz değerlerimizi bile İngilizceden öğreniyoruz.   

Yazımı YÖK’e bir,iki tüyo vererek bitirmek istiyorum;
Eğitim, öğretim ve iletişim lisanını üniversitelerde İngilizce yaptığınız zaman, istediğiniz kalitede, istediğiniz evsafta, istediğiniz ücrette öğretim elemanı bulmakta hiç zorluk çekmezsiniz. Çünkü dünyanın bütün hocaları sizin üniversitelerinize gelmekte hiç tereddüt yaşamayacaklardır.  
Ve yine; Eğitim, öğretim ve iletişim dilini üniversitelerde İngilizce yaptığınız zaman, istediğiniz kalitede, istediğiniz evsafta, istediğiniz fiyata öğrenci bulmakta da zorluk çekmezsiniz. Çünkü dünyanın bütün öğrencileri sizi tercih edecektir.



                                                                                       m.sekipyavuz@gmail.com

30 Eylül 2014 Salı

NO WAR



En sevdiğim sloganlardan birisidir, “SAVAŞA HAYIR” demek. O kadar çok şey anlatıyorki. Dünya da bulunmuş en güzel, en anlamlı, en mutlu edici slogan. Hükümetleri ve Dünya Erklerini bundan daha fazla rahatsız edici bir söze rastlamadım. Bütün Dünya İnsanlarının hemen hemen hepsini tek bayarak altında toplayabilen bir söz. “Savaşa Hayır”.

Irak ve Suriye ile ilgili teskere mecliste bugünlerde görüşülecek.

TBMM de reddedilen 1 Mart teskeresinden sonra Uluslar arası arenada,  hem Türkiye ve hem de Ak Parti Hükümetleri büyük prestij sağlamışlardı. Demokratikleşme ve AB ye uyum süreçlerinde uluslar arası desteğimiz olukça yükselmişti. Dünya basınını takip edenler Türkiye’nin o günlerdeki popülaritesinin nasıl zirve yaptığını çok iyi bilmekteler.

Yine benzer bir süreçten geçiyoruz.

Uluslar arası ittifak, IŞİD’e müdahale hazırlığında. Bu kez “kara gücü” yok.  Benim anladığım NATO ve BM çerçevesinde bir “kara gücü” oluşturulmayacak, fakat bu görev için bir “ORDU” aranıyor gibi. İran bu işe hevesli olduğunu hemen belirtti. Ancak İran’ın ABD nezdindeki durumu belli. ABD ve NATO, İran ordusuna destek vermez. Zaten Suriye ve Irak ta “ORDU” diye bir kurum kalmadı. Kuzey Irak Kürt Peşmergelerinin durumu ortada. Öyle ki;  ABD nin hava desteği olmasaydı, bugün Kerkük bile IŞİD’in elinde idi. Bu işi İsrail Silahlı Kuvvetlerine hiçbir güç yaptıramaz. Bu durumda bütün gözler, TSK’ da.

 Ak Parti Hükümeti’nin Suriye krizi çıktığından beri, “Suriye’ye, BM güçlerinin, karadan müdahalede bulunulması” isteği, “hava koridoru” isteği, defalarca, Uluslar Arası kurullarda dile getirilmesine rağmen, her zaman reddedildi. Benzer mantıklı talepler Sn. Cumhurbaşkanımız tarafından,  son  MB toplantılarında tekrar dile getirildi. Anlaşılan o ki, Uluslar Arası İttifak buna yanaşmıyor. Ancak IŞID’ e karşı bir kara harekatı olursa da, buna destek verecek gibi görünüyor. Fakat böyle bir destek henüz dile getirilmediği gibi, içeriği bile belli değil.

Böyle bir istek olması durumunda, kendisini defalarca yalnız bırakan Uluslar Arası kuruluşlara Türk Hükümeti, gerekli cevabı net bir şekilde vermeli; IŞİD’ e karşı her hangi bir “kara gücü” içinde olmayacağını açıkça belirtmeli. Bu bizim bütün Dünya halkaları ve Mazlumları arasındaki prestijimizi bir kez daha zirveye taşıyacaktır. Uluslar arası kurullarda da, Türk Devleti ve Hükümeti olarak  saygınlığımızın bir göstergesi olarak kabul edilecektir.

                                                                                         m.sekipyavuz@gmail.com

19 Eylül 2014 Cuma

KRİTİK EŞİK


KRİTİK EŞİK

Suyun kaynama noktası 100 °C dir. Suyun kritik eşik değeri budur.  Su bu değerde kaynamaya başlar.
Boyanın kıvama geldiği nokta onun kritik eşiğidir. Boya bu noktada boya fırınımdan çıkarılmalıdır.
Çayın kritik eşik değeri demlendiği noktadır. Çay demlendiği zaman ateşten kaldırılmalıdır. 
Demir tavında dövülür. Demirin kritik eşik değeri budur. Demir tav olduğu zaman dövülmelidir.
Türkiye nin “Avrupa Birliğine girişi” bir dönüm noktasıdır. Türkiye nin kritik eşik değeri budur. Türkiye 500 milyar dolar ihracat hedefini yakalamak istiyorsa AB ye girmelidir.
 Neden?.
Önce bir etrafımıza bakalım.
Etrafımızda KAOS hakim. Ukrayna’ nın bir yıl önceki halini bir düşünün. Bu hale geleceğini kim düşünürdü ki?. Orta Doğu hakkında zaten artık konuşacak bir şey kalmadı. Orta Doğu hakkında “Sözün Bittiği”  yerdeyiz. Bu hengamede yine en sakin yerler ülkemizin Batı kısmı. Yani AB sınırımız. Oralarda istikrar var. En azından ŞİDDET ve TERÖR yok.
Ekonomik durumumuza baktığımızda ise, Türkiye 3-4 yıldır sanki bir “durağanlık” dönemi geçiriyor gibi.” Durgunluk” demiyorum, çünkü bu ekonomik bir terim. Bir ekonominin durgunluğundan bahsettiğiniz zaman ekonomistler hemen “ekonomik  veri” isterler. Henüz bu konuda söz söyleyecek bir durumda değilim. Ondan dolayı biraz tedbirli davranıp, etraftan dolanıyorum.
Anlatmak istediğimi biraz temellendireyim. Örneğin ihracat rakamlarımız son 4-5 yıldır 150-160 milyar dolar arasında gidip geliyor. Büyüme rakamlarımız da yine aynı stabilitede. Yani Ak Parti Hükümetlerinin ilk yıllarındaki gibi hızlı bir büyüme ve yatırım yok.
Pek çok ekonomiste göre, Türkiye bir “Ekonomik Sarmalın” içinde. Bir atılım yapması bekleniyor. Aslında Ülkemiz bu atılımı yapacak kapasitede. Yani KRİTİK EŞİK te. Maastricht kriterleri dediğimiz, AB ekonomik kriterlerini çoktan geçmiş durumda. Aslında yapılacak pek fazla bir şey kalmamış gibi. Kopenhag siyasi kriterlerini de yerine getirip, önümüzdeki 3-5 yıl içinde, bu işi bitirmeli. Yani kritik eşik aşılıyor gibi. Yeni kurulan Hükümet bu işi başarmalı.
Olmasa ne olur?.
Su kritik eşiğinden fazla kaynatılırsa özelliğini kaybeder, “Haşlanır”.
Boya kritik eşiğinden fazla boya fırınında kalırsa, “Boya olmaktan çıkar”.
Çay kritik eşiğinden fazla ateşte bekletilirse, “Çapanoğlunun Abdest Suyu Olur”.
Tavında dövülmeyen demir, “Ustasının başına dert olur”.

Mustafa Şekip YAVUZ

Yazar, Mühendis.                                               m.sekipyavuz@gmail.com