18 Aralık 2014 Perşembe

lojisitk köy

Lojistik köy, denince aklıma iki şey geliyor: Birincisi Hızlı Kalkınma, ikincisi MÜSİAD Erzurum Eski Başkanı Sn. Abdullah Mustafa Güvenli.
İlkinden başlayayım;
Kanaatimce lojistik köyün ne olduğu şehrimizde pek bilinmemekte. Lojistik köy bir şehrin bütün ticari yollarının kesiştiği bir konuma kurulmaktadır.  Havayolu, karayolu, demiryolu ve deniz yolunun birleştiği bir merkez düşünün. Bu merkezde antrepolar, büyük depolar, havalandırma depoları v.b.gibi binaların bulunduğu büyük bir alan. Örneğin bu köyde bir deponuz var. Ankara'dan demiryolu ile getirdiğiniz malı buradaki depolarda bekletiyorsunuz. Sonra aynı malı havayolu ile atıyorum Kazakistan'a gönderiyorsunuz. Azerbaycan'dan karayolu ile gelen bir ticari emtiayı yine bu depolarda çürütmeden, mala herhangi bir zarar gelmeden depolarda beklettikten sonra tekrar herhangi bir mevcut yol ile istediğiniz yere
gönderiyorsunuz.
Malumunuz Erzurum'da nakliye çok pahalı ve buda ürünün maliyetine en az yüzde 20 etki ediyor. Yani satın alınan veya üretilen bir mal en az yüzde 20 pahalı oluyor. Sonuçta ürettiğiniz veya sattığınız emtia diğer emtialarla rekabet edemez hale geliyor. Lojistik köyün faal olduğu zamanlarda nakliye en yüzde 10 daha ucuza malediliyor. Lojistik köyün hiçbir faydası olmasa sadece nakliyede yüzde 10 kâr sağlaması demek şehrimizde her şeyin en az yüzde 20 ucuzlaması demektir.
Gelelim hızlı kalkınmaya; bunu basit bir örnekle açıklamak istiyorum. Samsun Lojistik Köy'ü faaliyete geçmeden önce Samsun'un  ihracat rakamı 50 milyon dolar. Lojistik köy kurulduktan sonra Samsun'un ihracat rakamına tahmin edebilir misiniz?  Kaç kat büyüdü dersiniz? Tam 15 kat yani 50 milyon dolardan 750 milyon dolara çıktı. Bu dediğim rakam lojistik köyün ilk faaliyete geçtiği zamanlardaki rakam. Bugün Samsun'un ihracatı bir buçuk milyar doları aşmış durumda. İhracatının artmasının en önemli ve en etkin sebebi lojistik köyün faaliyete geçmesi.
Kurulduğu 5 sene içinde bulunduğu şehri 30 kat büyüten bir ticari merkezin sanayici ve tüccarları tarafından canı gönülden desteklenmesi ve dört elle sarılıp bir an önce aktif faaliyete geçirilmesi gerekirken, maalesef bahsettiğim taraflarca bu konuya bigâne kalınması beni ziyadesi ile şaşırtmaktadır. Bir örnek vermek istiyorum.  MÜSİAD' ın Samsun'da yaptığı toplantılara katılmıştım. Malatyalı bir iş adamı anlatmıştı. Samsun Lojistik Köy'de kiraladığı depoya kaysıları Malatya'dan karayolu ile Samsuna getiriyor. Lojistik merkezdeki deposunda kaysıları bozulmadan uzun süre depolayabiliyor. Sonra, kaysıyı Samsun'dan gemilerle Rusya'ya ihraç ediyor. Yanılmıyorsam, ayda 3 veya 4 milyon dolarlık ihracat yapıyordu.
Erzurum Lojistik Köy  konum itibariyle 4 başkente eşit uzaklıkta,  aynı zamanda Trabzon limanına 200 kilometre uzaklıkta. Böyle bir merkezin aktif olarak çalıştığı zaman neler yapabileceğini siz düşünün.
Gelelim Abdullah Mustafa Güvenli' nin MÜSİAD başkanı olduğu döneme. Bence Mustafa Bey'in gösterdiği en büyük icraat; lojistik köyün Erzurum'da yapılmaya başlanmasına hız kazandırmasıdır. Şayet şu anda şehrimizde lojistik köy binası yapılabiliyor ise ve  arazisi  tahsis edilmiş ise bunda Sayın Güvenli' nin müthiş emeği vardır. Şunu çok açık ifade etmem gerekirse bu şehirde yaşayan bu şehrin ileri gelenlerinin hiçbiri bu konuya sıcak bakmadığı günlerde, Sayın Güvenli dönemin Başbakanı Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey'le bizzat görüşerek lojistik köyün Erzurum'da kurulmasına önayak olmuştur.  İhalesini yapılmasından yer tahsisine kadar her şeyi ile ilgilenmiştir. Bence Erzurum' lu iş adamları ve sanayicilerin Sayın Güvenli' ye vefa borçları var. Lojistik Köy faaliyete geçipte, iş adamlarımız ve sanayicimiz karlarını katlarken Sn. Güvenli' yi hiçbir zaman unutmamalılar.
MÜSİAD eski başkanımıza bu vefayı ancak şu şekilde ödeyebiliriz.; Lojistik köyün mükemmel bir şekilde tamamlanıp faaliyete geçtiğini göstererek. Bu konuda da başta siyasilere, sivil toplum kuruluşlarına, işadamlarına, tüccarlara ve özellikle de sanayicilere büyük iş düşmektedir.
Lojistik köy faaliyete geçtikten sonra şehrimizin ticaretinde ve sanayisinde gözle görülür büyüklükteki  değişim, MÜSİAD başkanımızın ne kadar haklı olduğunu gözler önüne serecektir.


20 Kasım 2014 Perşembe

Mikro HES'ler



MİKRO HİDRO ELEKTRİK SANTRALLERİ


           Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu, 
           Gelir de Adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu. 

Yukarıdaki mısraları hepimiz biliriz. Merhum Mehmet Akif Ersoy’un “Kocakarı ve Ömer(RA)” isimli şiirinden, hemen herkesin dilinde olan meşhur mısralar.

Geçenlerde TV de bir haber izledim. DİCLE nehrinin sularının azaldığı, yer yer bataklıklar oluştuğu anlatılıyordu. Dicle ve Fırat nehirleri asırlardır medeniyetin merkezi olmuş nehirler. Bunların su seviyeleri düşmüş.

Sapanca gölünün su seviyesinin minimum kritik eşik değerine indiği haberleri, internet ve medyada çok sıklıkla dile getirilir oldu.

Ülkemizde pek çok “göl ve göletin kuruduğu” yönünde çıkan haberlere sanki alıştık.
Şehrimizin meşhur Tortum Şelalesinin bulunduğu göletin sularının azaldığı, oraya piknik yapmaya gidenlerin malumu.

Büyük nehir ve göllerin sularının azalmasının nedeni, bunları besleyen küçük dere ve çayların kuruması veya taşıdıkları su miktarlarının azalması. Sizce bunların sebebi sadece “Küresel Isınma” mı, yoksa başka daha yakın bir sebep var mı?    

Size en yakın bir Mikro HES tesisini inceleyin. Şöyle bir şey göreceksiniz; Bir nehir düşünün. Bu nehrin her iki tarafı yaklaşık 1 mt. Yüksekliğinde beton duvarla kaplanmış olsun. Bu nehir(çay) daha aşağıda bulunan Mikro HES e su sağlıyor. Bu duvardan dolayı önceden bu çaya gelerek su ihtiyacını gideren böcek türü canlılardan tutun, kurbağa, yılan türü sürüngenler ve kurt, tilki vs. gibi daha büyük yırtıcılara kadar hemen bütün hayvanatın su kaynağı kesilmiş durumda. Nehir kenarlarında kendiliğinden yetişen yüzlerce tür bitki için, herhalde ziraatçı bilim adamlarının açıklayacağı binlerce sayfalık doküman vardır. Bu bitkiler yok olursa ne olur, onlara sormak gerekir. Sizce bu duvar yalnızca bu hayvanları mı susuz bırakıyor?. Yoksa yakın gelecekte hepimizin hayatını mı tehdit ediyor, bir düşünmek lazım. Hayvan ve bitkilerin yaşamadığı yerlerde (çöllerde) insan yaşayabiliyor mu?.

Mikro HES den çıkan suyun dere yatağına KORUNARAK bırakılması gerekiyor. Yani çıkan su için bir kanal yapılması gerekiyor. Fakat bu hiçbir tesiste yok. Böyle olunca tesisten bırakılan su dere yatağına gidinceye kadar büyük kısmı toprak tarafından emilerek yok ediliyor. Yani dere yatağına suyun çok az kısmı ulaşmış oluyor. Kuraklığın bir sebebi de bu.

Türkiye de ki Mikro HES lerin sayısı yaklaşık 1600 olarak planlanmış. Türkiye de ki mevcut akarsu, nehir, çay ve derelerin sayısı 2325 civarında. Bunların 300 kadarı Fırat, Dicle gibi büyük akarsular, ve hemen hepsinde büyük barajlar var. Yani bu şu demek, bütün derelere Mikro HES yapılacak. Şu ana kadar 800 kadarı tamamlanmış. 800 tanesi ile yaşanan kuraklık bu. Demek ki, daha gördüğümüz bir şey değil. Asıl TEHLİKE gelecekte.

Yukarıda ki resme bakıp aldanmayın. Bu resim AB ülkeleri için geçerli. Böyle cennet HES ler AB, ve ABD de var. Ama onların maliyeti bizimkilerin 4 katı. Çünkü bir HES in maliyetinin sadece 4 de 1 i teknik malzeme tutarı. 4 de 3 ü, ÇEVRE nin düzenlenmesi. Çevre düzenlemesine (ÇED); derenin ıslahından, can suyuna kadar; derenin Habitat kaynaklarından, su rejimlerine kadar “tabiatı koruyucu” bütün unsurlar ekleniyor. Bizde ise bunlar kağıt üstünde istense bile, uygulamada yapılmıyor. Yeni kurulan hükümetten beklentim, 1x4 lük değil, 4x4 lük Mikro HES ler kurmak ve eskilerini 4x4 lük hale getirmek.

Sanırım yetkililere yukarıda ki türden resimleri göstererek izin aldılar. Keşke izin veren yetkililer gelip son durumları görseler. O resimler de aşağıda. 

Dicle kenarında kurt tarafından kaçırılan koyunun hesabı, sorulur da Hz. Ömer’den;
Dicle’nin kendisinin suyunun hesabını sormaz mı Adl-i İlahi ?. 

Mustafa Şekip YAVUZ

Yazar, Elektrik-Elektronik Mühendisi.                m.sekipyavuz@gmail.com




Körling

Körling

Erzurum 2011 Universiad  Kış Olimpiyatlarından yaklaşık 2 sene önce, evde oturmuş televizyon izliyordum. Televizyonda Norveç te  yapılan Körling müsabakaları canlı olarak yayınlanıyordu. Bu spor çok hoşuma gitmişti.  Orta yaş sınıfı olarak nitelendirilecek yaşlardaki insanlar,  ütüye benzer bir spor aleti ile müsabaka yapıyorlardı. Oldukça eğlenceliydi. O zaman şöyle düşünmüştüm: “Adamlar aşmışlar, keyifleri yerinde,  hafta sonlarını ne kadar da güzel değerlendiriyorlar. Üç beş kişi bir takım oluşturmuş, Körling oyunu oynuyorlar!”. Norveç ligi oyuncularının yaş ortalaması ve yaptıkları işler daha çok dikkatimi çekmişti. Oyuncular,  yukarıda dediğim gibi, Norveç’in en iyi orta yaş oyuncuları idi. Takımlar, spikerin anlattığına göre, bir şirkette çalışan üç beş kişinin veya o civarda yaşayan esnaf ve tüccarın bir araya gelmesiyle oluşuyormuş.  Bayanlar için de  ayrı bir ligleri var. Düşününce, adamların boş zamanlarını ne kadar iyi değerlendirdiklerini gördüm.  Hafta içinde işlerinde güçlerinde çalışıyorlar, hafta sonu ise bir araya gelip “Körling” oynuyorlar. Zaten Körling de böyle başlamış.


Ve sonra Erzurum’da 2011 Üniversiad Kış Olimpiyat Oyunları başladı. Körling salonları yapıldı. Dünyanın dört tarafından sporcular geldi. Bu müsabakalar bizim şehrimizde oynandı.  Evimizden 5-10 dakika uzaklıkta olan müsabakaları kolaylıkla izledik. Burada da dikkatimi şu çekmişti: Erzurum’daki müsabakalar üniversitelerarası olduğundan, takımlar  üniversiteli gençlerden oluşmuştu. Fakat orijinalinde Körling’ in orta yaş sporu olduğunu öğrendim. Hatta bizim antrenörler “emekli sporu” diye de hemen isim takmışlar.  Yani bu sporun ilk çıkışı da orta yaş sporu olduğunu gösteriyor.


Hassaslık seviyesi ve kazanmak için ortaya konan stratejik düşüncenin karmaşık yapısı sayesinde curling "buzüstü satranç" olarak adlandırılıyor. Dikkat ederseniz hem hareketler yavaş hem de düşünerek oynanan bir oyun!. Basketbol, Voleybol ve Futbolu düşünürseniz onlara göre oldukça yavaş, hesap kitap isteyen ve dikkatli olunması gereken bir oyun.


Erzurum’da 2011 Üniversiad Kış Olimpiyat Oyunları için harcanan paranın yaklaşık 600 milyon TL. olduğu açıklanmıştı. Bu fiyata mal olan tesislerin pek çoğu bugün atıl durumda.  Benzer durum Avustralya Sydney Olimpiyatları’nda da olmuş; Olimpiyatlar için hazırlanan tesisler olimpiyatlardan sonra kullanılmaz hale gelmiş.  Bu duruma çözüm bulmak isteyen Avusturalya hükümeti çareyi tesisleri halka açmakta bulmuş. Sonuç olarak tesisler bugün kullanılır hale gelmiş. Bu gün O tesisler sadece müsabakalar için değil halkın tamamının kullandığı spor salonları haline gelmiş durumdalar.


Biz de aynısı olmaz mı acaba?. Bütün tesisleri halka açmak mümkün olabilir mi?. Halkın ücretsiz olarak spor yapması sağlanabilir mi?. Halkın yararına nasıl sunulabilinir?. Son zamanlarda, bu tesislerin önünden geçtikçe bu tür çözümler aklıma geliyor. Şehrimizde yaşayan  insanların sosyal aktiviteleri sınırlı. Yukarıda izah etmeye çalıştığım gibi; Körling’in asıl oyuncuları orta yaş kesimidir. Biz çocukları ve gençleri Körling’e yönlendiriyoruz. Hâlbuki Körling orta yaş sınıfı için.



Hem tesislerin geleceği için ve hem de insanlarımızın kahvelerde boş oturup vakit geçirmesini önlemek için,  acaba bu tesisler Avustralya'da olduğu gibi halka açılamaz mı?. Böyle yapılarak, aynı zamanda orta yaş sınıfı için bir aktivite bulunmuş olur ve hem de şişmanlamaktan muzdarip insanımız sporla iştigal etmiş olur.  Bugünlerde özelleştirmesi düşünülen tesislerin,  bu şekilde değerlendirilebileceği kanaatini taşımaktayım.

27 Ekim 2014 Pazartesi

Selenoid Vana



Selenoid Vana

Şimdi siz, “Bu da nereden çıktı?” diyeceksiniz, biz burada oturmuş bir makale beklerken “bize teknik bir konudan mı bahsedecek siniz?” diye düşünüyorsanız, hemen acele karar vermeyiniz. Bu teknik bir yazı değil, bir tanıtım yazısı da değil, baştan bunu söyleyeyim. Aslında hepimizin hayatını ilgilendiren bir konu. Daha doğrusu doğalgaz kullanan aileleri ilgilendiren bir konu.

Sabrınızı daha fazla zorlamadan hemen selenoid vananın ne olduğunu kısaca açıklayayım. Selenoid vana, meskenlerde  doğalgaz sistemine monte edilen bir cihaz. İşlevi şu; doğalgazı otomatik veya manüel olarak kesmek. Doğal gaz tesisatında herhangi bir arıza veya onarım olduğunda, doğal gazın emniyetli bir şekilde kesilmesini sağlamak.

Normalde; Selonoid vana doğalgaz sayacının hemen çıkışına bağlanıyor. Sebebi şu; doğal gaz sayaçları, meskenin dışına monte edilir. Sayaç okuma kolaylığı olduğu için. Evin dışına monte edilen doğal gaz sayacı ve selenoid vananın bir faydası da şudur:  Ev ortamındaki havadan farklı bir hava ortamında bulunması. Yani cihazlar, ev dışına monte edilerek , evin içindeki  havadan, farklı bir hava ortamının içinde bulunmaları sağlanmış olmaktadır. Örneğin ev içinde ki hava zehirli, boğucu veya oksijeni az bir hava ise, dışarıdaki hava bundan farklıdır.

Gelelim, selenoid vananın nasıl çalıştığına.

Selenoid vanayı doğala gaz sayacının hemen çıkışına bağlıyorsunuz. Selenoid vananın bir ucunu da gaz alarm cihazına bağlıyorsunuz. Alarm cihazı, evinizde gaz kokusunu hissettiği zaman alarm çalmaya başlıyor, bir süre sonra da, elektriksel olarak bağlı olduğu selenoid vanayı devre dışı bırakıyor, böylece  eve giren doğal gaz otomatikman kesilmiş oluyor.  Kısaca evinizde doğal gaz kaçağı olduğu zaman hem alarm çalıyor ve hem de doğal gaz otomatikman kesiliyor. Sonra isterseniz, selenoid vanayı manüel olarak tekrar devreye alabiliyorsunuz.

Şimdi ben bunu şimdi ben bunu neden anlattım.

Hatırlarsanız, Ankara’da öğrencilerin kaldığı bir evde,  doğalgaz zehirlenmesi  olmuştu,  6 veya 7  öğrenci vefat etmişti,  İşte o evde yukarıda anlattığım bu sistem olsaydı, muhtemelen böyle bir facia yaşanmayacaktı. Bir gaz sızıntısı durumunda gaz alarm cihazı devreye girecek ham sesli uyarıda bulunacak ve hem de eve giren gaz selenoid vana tarafından kesilecekti.  

Bu tür hazin ve dramatik olayların yaşanmasını önlemek için selenoid vana ve gaz  alarm cihazı  uygulamasının  yasal olarak zorunlu hale getirilmesi gerekmektedir.

Ülkemizde böyle bir uygulamanın zorunlu olup olmadığını incelediğimde şu üzücü sonuca vardım.  Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK),  bu tür uygulamaları 50 KW ın üstündeki kazan dairesi ve benzer mekanlar için şart  koşmuş,  normal mekanlarda, normal  dairelerde böyle bir zorunluluk yok. Aynı zamanda EPDK, bu zorunluluğu yerel doğalgaz dağıtım şirketlerinin uygulamalarına bırakmış, yani herhangi bir ildeki doğalgaz dağıtım şirketi -selenoid vana ve gaz alarm cihazını-  isterse zorunlu hale getirebilir isterse getirmez.


Benim önerim şu; can emniyeti açısından EPDK bunu yasal   zorunluluk haline getirmeli. Bütün konutlarda alarm + selenoid vana  kurulması yönetmelikle mecburi hale getirilmeli.  Evlerde, işyerlerinde, meskenlerde ve mümkün olan  bütün mekanlarda gaz alarm cihazı+selenoid vana uygulamasının yapılması sağlanmalı.  

5 Ekim 2014 Pazar

İNGİLİZCE



İNGİLİZCE
Yüksek Öğretim Kurumuna (YÖK) radikal bir öneride bulunacağım; En taşradaki  üniversitemizden, en merkezi üniversitemize kadar bütün üniversitelerimizin eğitim, öğretim ve iletişim dili İNGİLİZCE olsun.

Bugünlerde üniversitelerimizin açılış törenleri yapılmakta. Tam bu konuyu yazmayı düşünürken, radyoda YÖK başkanının bir toplantıda yaptığı konuşmaya şahit oldum. YÖK başkanının konuşması Ülkemiz ve İslam ülkelerindeki üniversitelerin durumu ve daha iyileştirilmesi ile ilgili idi. İşte önerim tam bu noktada olacak. Muasır medeniyete ulaşmış ülkelerin üniversiteleri ile bizim üniversitelerimiz arasındaki en büyük engel, İLETİŞİM. Bunun da sebebi İNGİLİZCE.

İngilizce artık bir yabancı dil değil. Matematikte dört işlem ne ise, iletişim için,  İngilizce de günümüzde o. Bu söylediğim bütün branşlar ve bilimsel dallar için geçerli. İngilizcesiz bilimsel faaliyette bulunmak imkansız gibi. İngilizce bilmeden uluslar arası arenada bir tek adım atmanız mümkün değil.

Türk dil bilimcileri, Türkologları, Türk Tarihçilerini ve Öz Türkçecileri incitmek gibi bir niyetim yok. Elbette ki, her ülke vatandaşı kendi dilini sevmeli, korumalı ve geliştirmeli. Mümkün olan her yerde de kendi dilini kullanmalı. Bunda tamamen hem fikirim. Fakat iş İngilizce’ye gelince, durum değişiyor. Dediğim gibi İngilizce artık bir lisan değil. İngilizce dünyadaki tüm lisanların tamamlayıcısı. Dünya dillerinin eksiklerini,gediklerini dolduran bir alt “lehçe” gibi. Sanki bir dilin alt şiveleri gibi bir şey. Türkçemize bir bakalım, TV, internet, video, tomografi, elektrik, Mouse, radyo,selfie  ve saire, ve saire. Bu ve bunlar gibi yüzlerce kelimenin yerine koyacağımız Türkçe eş anlamlı kelimeleri bile icad etmemişiz. Bunların yerine belki Türk Dil Kurumu ve Dil Bilimcilerimiz bir takım kelimeler önermiş olsalar bile, onların önerdiklerinin çok azının kullanıyoruz. Tabi ki bu istenen bir durum değil.

Ayrıca uluslar arası arenada artık İngilizcesiz hiçbir şey yapılmıyor. Bir Cinli ile bir Japon, iki komşu ülke, İngilizce konuşarak anlaşıyor. Bir tomografi cihazını çalıştırmak için 4 tane teknisyen oturtuyoruz. İki tanesinin işi İngilizce Kullanım Kılavuzunda anlatılanları doğru olarak öğrenip, uygulamak. Tam bir yabancı lisan eğitimi verebilsek, bir tek teknisyen yeterli olacak. Ama ne yazık ki hepimiz Mükemmel İngilizce biliyoruz ama ; konuşamıyoruz, yazamıyoruz ve anlayamıyoruz.
 
İnternetin daha yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı zamanlarda Google’dan Mevlana’yı, mesnevi’yi aratmıştım. Tek bir tane Türkçe site bulamamıştım . Bugün arattım,1.350.000 Türkçe, 1.260.000 İngilizce sonuç çıktı. “Kuran” kelimesini arattırdım; 20.800.000 Türkçe, 26.900.000 İngilizce çıktı. “Hacı Bektaşi Veli” kelimesinin İngilizce aramada çıkan sonuç,775.000; Türkçe aramada çıkan sonuç,1.400.000. Her şeyi ile “”Türkçe”” olan böyle bir insan için bile, İngilizce, 750.000 arama sonucu çıkıyor.  Yani kendi öz değerlerimizi bile İngilizceden öğreniyoruz.   

Yazımı YÖK’e bir,iki tüyo vererek bitirmek istiyorum;
Eğitim, öğretim ve iletişim lisanını üniversitelerde İngilizce yaptığınız zaman, istediğiniz kalitede, istediğiniz evsafta, istediğiniz ücrette öğretim elemanı bulmakta hiç zorluk çekmezsiniz. Çünkü dünyanın bütün hocaları sizin üniversitelerinize gelmekte hiç tereddüt yaşamayacaklardır.  
Ve yine; Eğitim, öğretim ve iletişim dilini üniversitelerde İngilizce yaptığınız zaman, istediğiniz kalitede, istediğiniz evsafta, istediğiniz fiyata öğrenci bulmakta da zorluk çekmezsiniz. Çünkü dünyanın bütün öğrencileri sizi tercih edecektir.



                                                                                       m.sekipyavuz@gmail.com

30 Eylül 2014 Salı

NO WAR



En sevdiğim sloganlardan birisidir, “SAVAŞA HAYIR” demek. O kadar çok şey anlatıyorki. Dünya da bulunmuş en güzel, en anlamlı, en mutlu edici slogan. Hükümetleri ve Dünya Erklerini bundan daha fazla rahatsız edici bir söze rastlamadım. Bütün Dünya İnsanlarının hemen hemen hepsini tek bayarak altında toplayabilen bir söz. “Savaşa Hayır”.

Irak ve Suriye ile ilgili teskere mecliste bugünlerde görüşülecek.

TBMM de reddedilen 1 Mart teskeresinden sonra Uluslar arası arenada,  hem Türkiye ve hem de Ak Parti Hükümetleri büyük prestij sağlamışlardı. Demokratikleşme ve AB ye uyum süreçlerinde uluslar arası desteğimiz olukça yükselmişti. Dünya basınını takip edenler Türkiye’nin o günlerdeki popülaritesinin nasıl zirve yaptığını çok iyi bilmekteler.

Yine benzer bir süreçten geçiyoruz.

Uluslar arası ittifak, IŞİD’e müdahale hazırlığında. Bu kez “kara gücü” yok.  Benim anladığım NATO ve BM çerçevesinde bir “kara gücü” oluşturulmayacak, fakat bu görev için bir “ORDU” aranıyor gibi. İran bu işe hevesli olduğunu hemen belirtti. Ancak İran’ın ABD nezdindeki durumu belli. ABD ve NATO, İran ordusuna destek vermez. Zaten Suriye ve Irak ta “ORDU” diye bir kurum kalmadı. Kuzey Irak Kürt Peşmergelerinin durumu ortada. Öyle ki;  ABD nin hava desteği olmasaydı, bugün Kerkük bile IŞİD’in elinde idi. Bu işi İsrail Silahlı Kuvvetlerine hiçbir güç yaptıramaz. Bu durumda bütün gözler, TSK’ da.

 Ak Parti Hükümeti’nin Suriye krizi çıktığından beri, “Suriye’ye, BM güçlerinin, karadan müdahalede bulunulması” isteği, “hava koridoru” isteği, defalarca, Uluslar Arası kurullarda dile getirilmesine rağmen, her zaman reddedildi. Benzer mantıklı talepler Sn. Cumhurbaşkanımız tarafından,  son  MB toplantılarında tekrar dile getirildi. Anlaşılan o ki, Uluslar Arası İttifak buna yanaşmıyor. Ancak IŞID’ e karşı bir kara harekatı olursa da, buna destek verecek gibi görünüyor. Fakat böyle bir destek henüz dile getirilmediği gibi, içeriği bile belli değil.

Böyle bir istek olması durumunda, kendisini defalarca yalnız bırakan Uluslar Arası kuruluşlara Türk Hükümeti, gerekli cevabı net bir şekilde vermeli; IŞİD’ e karşı her hangi bir “kara gücü” içinde olmayacağını açıkça belirtmeli. Bu bizim bütün Dünya halkaları ve Mazlumları arasındaki prestijimizi bir kez daha zirveye taşıyacaktır. Uluslar arası kurullarda da, Türk Devleti ve Hükümeti olarak  saygınlığımızın bir göstergesi olarak kabul edilecektir.

                                                                                         m.sekipyavuz@gmail.com

19 Eylül 2014 Cuma

KRİTİK EŞİK


KRİTİK EŞİK

Suyun kaynama noktası 100 °C dir. Suyun kritik eşik değeri budur.  Su bu değerde kaynamaya başlar.
Boyanın kıvama geldiği nokta onun kritik eşiğidir. Boya bu noktada boya fırınımdan çıkarılmalıdır.
Çayın kritik eşik değeri demlendiği noktadır. Çay demlendiği zaman ateşten kaldırılmalıdır. 
Demir tavında dövülür. Demirin kritik eşik değeri budur. Demir tav olduğu zaman dövülmelidir.
Türkiye nin “Avrupa Birliğine girişi” bir dönüm noktasıdır. Türkiye nin kritik eşik değeri budur. Türkiye 500 milyar dolar ihracat hedefini yakalamak istiyorsa AB ye girmelidir.
 Neden?.
Önce bir etrafımıza bakalım.
Etrafımızda KAOS hakim. Ukrayna’ nın bir yıl önceki halini bir düşünün. Bu hale geleceğini kim düşünürdü ki?. Orta Doğu hakkında zaten artık konuşacak bir şey kalmadı. Orta Doğu hakkında “Sözün Bittiği”  yerdeyiz. Bu hengamede yine en sakin yerler ülkemizin Batı kısmı. Yani AB sınırımız. Oralarda istikrar var. En azından ŞİDDET ve TERÖR yok.
Ekonomik durumumuza baktığımızda ise, Türkiye 3-4 yıldır sanki bir “durağanlık” dönemi geçiriyor gibi.” Durgunluk” demiyorum, çünkü bu ekonomik bir terim. Bir ekonominin durgunluğundan bahsettiğiniz zaman ekonomistler hemen “ekonomik  veri” isterler. Henüz bu konuda söz söyleyecek bir durumda değilim. Ondan dolayı biraz tedbirli davranıp, etraftan dolanıyorum.
Anlatmak istediğimi biraz temellendireyim. Örneğin ihracat rakamlarımız son 4-5 yıldır 150-160 milyar dolar arasında gidip geliyor. Büyüme rakamlarımız da yine aynı stabilitede. Yani Ak Parti Hükümetlerinin ilk yıllarındaki gibi hızlı bir büyüme ve yatırım yok.
Pek çok ekonomiste göre, Türkiye bir “Ekonomik Sarmalın” içinde. Bir atılım yapması bekleniyor. Aslında Ülkemiz bu atılımı yapacak kapasitede. Yani KRİTİK EŞİK te. Maastricht kriterleri dediğimiz, AB ekonomik kriterlerini çoktan geçmiş durumda. Aslında yapılacak pek fazla bir şey kalmamış gibi. Kopenhag siyasi kriterlerini de yerine getirip, önümüzdeki 3-5 yıl içinde, bu işi bitirmeli. Yani kritik eşik aşılıyor gibi. Yeni kurulan Hükümet bu işi başarmalı.
Olmasa ne olur?.
Su kritik eşiğinden fazla kaynatılırsa özelliğini kaybeder, “Haşlanır”.
Boya kritik eşiğinden fazla boya fırınında kalırsa, “Boya olmaktan çıkar”.
Çay kritik eşiğinden fazla ateşte bekletilirse, “Çapanoğlunun Abdest Suyu Olur”.
Tavında dövülmeyen demir, “Ustasının başına dert olur”.

Mustafa Şekip YAVUZ

Yazar, Mühendis.                                               m.sekipyavuz@gmail.com

7 Eylül 2014 Pazar

kaldırımlar

                                   KALDIRIMLAR
             Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
             Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
             Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
             Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

             Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in meşhur olmuş şiirinden birkaç mısra. Yazımın başlığını KALDIRIMLAR olarak tasarlayınca, herkes bu şiirden bahsettiğimi sanacaktı. Halbuki bu yazım edebî bir yazı değil. Ve hele şiirle hiç ilgili değil.  Ve bende Üstada saygısızlık yapmamak için,  onun şiirinden birkaç mısraı yazının girişine ekledim.
             Evet. Kaldırmalardan bahsedeceğim; bildiğimiz, üzerinde yürüdüğümüz, caddelerimizin vazgeçilmezi olan kaldırımlardan. YAYALARA SAYGI başlıklı makalem düşündüğümden daha çok ilgi gördü. Demek ki kanayan bir yaraya parmak basmışım. Ve bende bu minvalde devam edeyim dedim. Yayalardan bahsetmişken elbetteki kaldırımlardan bahsetmeden geçmek olmazdı.
             Değerli bir dostum herhangi bir belediyenin çalışmaları ile ilgili değerlendirme yaparken “kaldırımlara dikkat ederim” demişti. “Eşimle birlikte, çoluk çocuk hep beraber yürüyebileceğimiz güzellikte, rahatlıkla mağazaların vitrinlerine bakabileceğimiz genişlikte kaldırımlar var mı, yok mu?.  Ona bakarım. Eğer bir şehrin kaldırımları fiziki olarak yayaların yürüyüş yapmalarına olanak veriyorsa, geniş, kullanışlı ve “işgal” edilmemişse, işte orada, o belediyenin varlığını hissederim”, diye sözlerine devam etmişti.
             Biraz düşününce, bu tespitlere hak vermemek elde değil. Gerçekten Şehrimizde, yaşadığımız şu kentte yukarıda anlatılan güzellikte kaldırımlara sahip miyiz, değil miyiz, bir incelememiz lazım.
             Gördüğüm kadarı ile bu problem Ülkemizin pek çok şehrinde mevcut. Eski Demir Perde ülkelerininim hakkını teslim etmek gerekir. Moskova başta olmak üzere hemen tamamında çok geniş kaldırımlar var. Kaldırımlarında rahat rahat gezebilir, vitrinleri seyredebilir ve alış veriş yapabilirsiniz. Bu konuda eski sosyalist ülkeler Batı Avrupa’ya fark atmış gibi gözüküyor.
              Gelelim, yaşadığımız güzel şehrimiz Erzurum ‘a. Şehrimizin eski yerleşim yeri olan Yakutiye de, kaldırımların halini anlatmama gerek yok sanrım. Sadece Cumhuriyet caddesine bakmak yeterli. Kalabalık saatlerde insanlar ve araçlar iç içe geçmiş gibi. Yayalar kaldırımlarda yer bulamadığından caddeye taşmış durumdalar. Araçlarda nerdeyse kaldırıma çıkacak gibiler.   
             Nispeten yeni şehirleşmenin olduğu Yıldızkent, Yenişehir, Dadaşkent de durum çok farklı değil. Hele emlak fiyatlarının  yüksek olduğu  Kayak yolu ‘na ne demeli?. Şehrin eski yerleşim yerlerine dokunamadığımızı var sayalım. Ya yeni yapılan semtlerde kaldırımlar neden ihtiyaca cevap vermez, pek anlamış değilim.
             Son olarak birde galiba akşam saatlerinde kaldırımlar biraz karanlık mı, Yoksa ben mi fazla şüpheciyim?

30 Ağustos 2014 Cumartesi

YAYALARA SAYGI

                                   “YAYA”LARA SAYGI…

Adnan Menderes caddesinden, yukarı doğru, yaya olarak çıkıyordum. Tam Taşhan’ın karşısındaki kavşağın biraz üst kısmında, yaşlıca bir hanımefendi de karşıya geçiyordu. Orta refüje bir veya iki adım kalmıştı ki; aşağıdan bir araç korna basarak hızlıca, kadıncağızın üstüne geldi. Kadıncağız kendini güçlükle orta refüje attı. Araç sürücüsü korna basmaya kesintisiz devam ederek yoluna devam etti, gitti. Korna yerine hafif firene dokunsa, hem o yaşlıca hanımefendi paniklemeyecek, ve hem de trajik bir kaza yaşanmasına ramak kalmayacaktı.
Berlin’de yaya olarak şehir turu yapıyorduk, turist kafilemizle birlikte. Bizim heyetimiz her yerde olduğu gibi, bir kısmımız kaldırımda, bir kısmımız da cadde kenarında yürüyordu. Bir yerde karşıdan karşıya geçmemiz gerekti. Yaya kaldırımı olmayan bir yerden karşıya geçecektik. Öndeki arkadaşların bir iki tanesi kaldırımdan inip kenarda araçların geçmesini bekliyordu. Araç geçtikten sonra karşıya geçeceğiz. Haydii, bizimkileri caddenin üzerinde gören araç önce yavaşlıyor, sonra duruyordu. Biz araçlara söylenmeye başladık. ”Yav kardeşim, gitsenize, karşıya geçeceğiz. Ne durup bekliyorsunuz”. Neyse uzatmayayım, mevzuyu öğrendik ki, “Avrupa ve ABD de YAYA caddeye inince, araçlar geçiş önceliğini onlara veriyor”. Bir sürü araç durdu, bizim kafilenin karşıya geçişini bekledi ve sonra yollarına devam ettiler.
Böyle bir şey bizde neden olmasın?. Neden biz de yayalara geçiş üstünlüğünü vermeyelim?. Sanırım AB uyum yasalarında var. Yasal olarak bizde de var. Fakat uygulama yok. Bunu ilk başlatan biz olamaz mıyız?. Erzurum olarak böyle bir farkındalık oluşturamaz mıyız?. Bu  şehrin motorlu araç kullanan sakinleri olarak bizler, YAYALARA SAYGI göstermeyi, bütün Türkiye’ye  ispat edemez miyiz?.
Motorlu Araç kullanan bizler, biz şoförler, biz driver(!)ler. Araç kullanırken diğer araçlara saygımız yok, onu biliyorum. “Ben otomobilde iken, başkalarının haddine mi düşmüş, benimle boy ölçüşmesi. Bütün yollar benim. Bütün kırmızı ışıklar başkalarına yanar. Trafik lambalarının tamamı benim için yeşildir. Ben, şoför isem yolda kimseyi, rakibim olarak görmem. Tek rakibim THY dır”. Bütün bunlara eyvallah.
LAKİN, iş yayalara gelince galiba biraz insaflı ve merhametli olmamız gerekmez mi, sizce?. Yayalara karşı daha höşgörülü davranmak lazım, bence. Yayalara karşı daha dikkatli olmak,  bize yakışan en asil hareketlerden biridir, hiç kuşkusuz. Hep kendimize şu soruyu sormalıyız, Yaya yaptığı hatayı canı ile mi, ödemeli?. Sonuçta hepimiz YAYAYIZ. Yayaları caddede gördüğümüz zaman ayağımız hemen frene gitmeli. Kornaya dokunmadan önce freni kullanmalıyız.

O halde, gelin hep birlikte “YAYALARA SAYGI” çerçevesinde, caddelerde gördüğümüz yayalara daha merhametli davranalım. Ve bunu Toplumsal Refleks haline getirelim.     

23 Ağustos 2014 Cumartesi

KURULTAY

KURULTAY

Kurultay ; CHP nin Genel Başkan ve  üst yönetiminin belirlendiği(Seçildiği) toplantının adı.  Başka partilerde bu toplantılara değişik isimler verilmekte. Fakat nedense” Kurultay” nitelendirmesi CHP ye yapışmış kalmış gibi.
 CHP Türkiye Cumhuriyetini kurmuş bir parti. Aynı zamanda Türkiye nin çok partili demokrasiye geçişini de sağlamış bir parti. Türkiye nin son demokrasi çıtasını gösteren ”Avrupa Birliğine  girişi” de, galiba, bu parti sağlayacak gibi görünüyor.  Ancak kendisini bu ÇITA ya uyarlaması şartı ile. Bunu sağlamasının yolu ise , önümüzdeki günlerde yapılacak KURULTAY ile belli olacak gibi.
Ne demek istiyorum?,anlatayım.
Demokrasiye geçişte ilk şartlardan biri, Devletin yani bütün devlet   Kuruluşlarının yapısının demokratik olmasını sağlamak. Bu kuruluşların başında hiç kuşkusuz PARTİLER gelmekte. Yani parti içi demokrasinin sağlanması gerekmekte.
İşte bu noktada CHP ye büyük iş düşmekte. CHP ilerdeki seçimleri kazanmak  ve Geleceğin Türkiyesinde söz sahibi olmak istiyorsa ilk adımı yine kendi içinde atmak durumunda olmalı. Ne mi yapmalı?.
Genel Başkanı ve Üst Yönetimi belirleyecek olan seçimlerde DELEGE sistemini kaldırıp, direk PARTİ ÜYELERİNİN oy kullandığı bir sistemi getirmeli. Yani sandıklar direk” CHP parti kayıtlı üyelerinin” önüne gitmeli ve Parti Yöneticilerini delegeler değil bu üyeler seçmeli.
Örnek olarak, Erzurum CHP ye kayıtlı kaç üye varsa, (Örnek 10.000 kişi), onların huzuruna adaylar çıkarılmalı, ve üyelerin oylarının çoğunluğunu alan kişiler parti üst yönetimine girmeli. Aynı üyeler, (delegeler değil) aynı zaman da Genel Başkanı da seçmeli.Ve bu sistem bütün Türkiye deki Parti Teşkilatlarında uygulanmalı.
Bu konuda Sn. Baykal’ ın  30 Mart Yerel Seçimler Öncesinde buna benzer bir talebi olmuştu.Adayların Ön seçimle belirlenmesini istemişti.
Bu teknik olarak biraz zaman alan bir süreç. Fakat bu süreç kesinlikle işletilmeli. Hatta bütün partiler bu metodu uygulamalı. Mümkünse Anayasal Kural olmalı. Çünkü Delegasyon sistemi, zaafları olan bir sistem. ABD de, 1906da kaldırılmış bir sistem. Parti Oligarşisi ve Parti Diktatörlüğüne zemin hazırlayan bir yapı. Türkiye ‘nin ileri demokrasiler arasında yerini almak isteyen herkes bu sistemin uygulanmasını sağlamalı. İlerde kazanalar bu sistemi işleten partiler olacaktır.
Bu düşüncemi açıkladığım bazı arkadaşlar, “bunu sadece CHP den değil, bütün partilerden istemek lazım” dediler. El-Hak doğru. Fakat diğer partiler Muhafazakar veya Milliyetçi Demokrat oldukları için onlara böyle şeyler biraz lüks kaçar.
   
Mustafa Şekip YAVUZ
Yazar, Mühendis.                                               m.sekipyavuz@gmail.com


14 Ağustos 2014 Perşembe

ERZURUM ARENA

                                                ERZURUM ARENA

En son söyleyeceğim cümleyi en baştan yazayım; Burak Codur ve ERZURUM ARENA ekibini tebrik ediyorum. Neden mi?. Anlatayım.
Eskiden” Kervan Yolda Dizilir” di. Kervansarayda konaklayan kervan,  sabahleyin yola düşmeden önce, ilk yola çıkan kervanbaşı olurdu. Kervanbaşının peşine birinci deve arkasından ikinci deve, derken bir üçüncüsü ve devamı, yola çıkardı. Kervanbaşı eline ilk devenin ipini (yularını)alır, yola çıkardı. Peşindeki develerde, bir sonraki devenin ipini hörgüçlerine bağlayarak kervanbaşını takip ederlerdi. Öyle ki, kervancıbaşı, kervansaraydan 40-50 adım uzaklaştığı halde, hâlâ, konak yerindeki develerin pek çoğu yola çıkmayı bekliyor olurlardı. Ortaçağın yavaş akan zaman dilimlerinde bu böyle idi. Kimsenin acelesi yoktu. Hatta kervan da bir çocuk kaybolsa, bütün kervan durur, önce kaybolan çocuk bulunur, sonra yola devam edilirdi.
Halbuki günümüz öyle mi?. Bugün adeta ışık ile yarışıyoruz. Ses hızını geçen Süpersonik uçaklar icat edildi. Uçağın hedefi, gideceği yer, varış zamanı hemen her şeyi önceden hesaplanıyor. Önceden düşünülüyor.  Süpersonik bir uçakta siz diyebilir misiniz ki,”hop, çocuk kayboldu.2 dakka bekle, geliyoruz”.
Günümüzde internet sitelerindeki haber siteleri, gazetecilik siteleri genelde KERVAN misali hareket ediyorlar. Yani önce haber veya gazete sitesi açılıyor, sonra haberler geldikçe siteler yeniden tanzim ediliyor, araya da garnitür misali YAZARLAR serpiştiriliyor.
Halbuki ERZURUM ARENA öyle değil. Sn. Burak Codur ve Ekibi, günümüzün modern internet siteciliğine uygun davranarak bu siteyi hazırlamışlar. Önceden düşünülmüş ve FARKLI bir ambians oluşturmak için gayret edildiği anlaşılmakta. Ve bunda da muvaffak olmuşlar.Yazarlara vurgu yapan bir site hazırlamışlar. Gerçekten farklı bir site. Şundan eminim, bu düzeyde devam ettikleri sürece ilerde en çok takip edilen sitelerden biri olacak.
Bu arada bir tebrik borcum da Sn .Cengiz Yantır’ a var.Bendenizi bu site ile tanıştırdı ve buluşturdu.
Ne diyelim,Allah CC yollarını açık etsin.      
Mustafa Şekip YAVUZ
Yazar,Mühendis.                                               m.sekipyavuz@gmail.com


ÇATI UÇTU

                                             ÇATI  UÇTU

CHP  plaj da,
MHP  yayla da,
CEMAAT kamp ta,
KÜSKÜNLER kumsal da,
          VE Sn. Başbakan % 51,8 le Çankaya da.
         Sizce, bu sonuçtan  kimin ders çıkarması gerekiyor?. Muhalefet in mi, yoksa             Ak parti nin mi? Son Yerel Seçimlerde ki oy oranları şöyle;
Ak Parti :  % 45
CHP     :  % 27
MHP   :  % 17
Diğer :  % 11
Yani CHP ve MHP kendi adayları ile seçime katılsalar , bugün, seçimin ikinci turunu konuşuyor olacaktık.
Ve belki söz konusu iki partinin Sn. Genel Başkanları aday olsalardı, oy oranlarında da yukarı doğru çıkışlarda olabilirdi.
Bu seçim sonuçları bize şunları gösterdi.
Partilerin seçimden önce birleşmelerinin sandığa olumlu yansımadığı bir kez daha ispat edildi.
Geçmişte; Çalışan, sandığa sahip çıkan, seçmenini sandığa götürmeyi başaran Parti başarılı çıkıyordu, şimdi de aynısı oldu.
Sn .Başbakan 1günde 3 miting,sayısız görüşme yapıyor ve aynı zamanda da Devlet işlerini takip ediyordu. Birleşmiş Muhalefetin 1 günde yaptığı toplam miting sayısı ise sadece 1 di.
Bir atasözümüz vardır.
“ALLAH (CC) Tembele Mal vermez.”

DEMOKRASİ

MERHABA

Demokrasi kavramı, günümüzde en çok kullanılan kavramlardan biri. Dünyanın pek çok ülkesi kendilerini Demokrasi olarak tanıtıyor. Demokrasi bir standart olmuş gibi. Ülkeler Demokrasi ile yönetilip yönetilmediklerine göre derecelendiriliyorlar ve aynı zamanda ne kadar demokrat oldukları ile ilgili olarak ta değerlendirmeye tabi tutuluyorlar. Dünyanın pek çok saygın kuruluşu, ülkeler hakkında Demokrasi Karneleri diyebileceğimiz, ölçümlemeler sunuyorlar. O halde Dünyanın devlet düzeyinde ilgilendiği bu DEMOKRASİ nedir?. Nasıl bir şeydir?. Neden herkes bununla ilgili?. V.s...

Demokrasinin pek çok tanımı yapılmış.Yunanca DEMOS ve KRATOS kelimelerinin birleşiminden oluşan Yunanca bir terim. Demos tükçe karşılığı HALK demek. Kratos, yönetim demek. Demokrasi, kısaca "Halk Yönetimi" demek. A. Lincoln` un ünlü deyişi ile "demokrasi, halkın, halka tarafından halk için yönetilmesi" demek. 

Bu yaklaşıma göre, yönetimi belirleyen temel unsur HALK dır. İktidar halk tarafından belirlenir. Bu tanım, iktidarın Tek bir kişi tarafından belirlendiği monarklık,krallık veya padişahlık gibi rejimleri dışlar. Aynı zamanda azınlığın yönetimi demek olan Oligarşi ve 




Halk, bir ülkenin belirlenmiş sınırları içinde yaşayan ve devlete belli yasalarla bağlı olan vatandaşlar topluluğu.   

KAFİRUN SURESİ VE IŞİD

 KAFİRUN SURESİ VE IŞİD

IŞİD ( Irak – Şam İslam Devleti), Kafirun süresinin Kuran da fazlalık olduğuna hükmederek kaldırılacağını bildirmiş.(link). Kuran’ daki bazı ayetlerin,  Kuran da olmadığı gerekçesi ile yok sayıldığı, İslam tarihinde karşımıza sıkça çıkan bir tutum.
Hiç yadırgamadım. Zaten Kuran-ı Kerim, Vahiy olması sebebi ile, hiçbir kaba sığmamakta. Hiçbir kabın şeklini almamakta.Çünkü onun kendine özel bir KABI var. Kuran, İnsanların kafalarında oluşturdukları şekil, kap ve sınırlara uymadığı için, insanlar Onun sağını solunu keserek, bir şekil vererek, kendi  kaplarına uydurmaya çalıştılar. İŞİD in yaptığı da bunlardan biri.
Kuran’ a “Bilim” çerçevesi ile yaklaşıp bilime uymayan Ayetlerin yok sayıldığı iddiaları olmuştu.
Kuran’a “Matematiksel” yaklaşımla bulunulup, 19 şifresine, 114 yaklaşımına  uygun olmayan bazı ayetlerin yok sayıldığından da haberdardık. (Edip Yüksel vd. gibi).
Ancak, Siyasi mülahazalarla Kuran’ın bazı ayetlerinin Kuran’dan çıkarıldığına dair rivayetlere pek rastlanmamıştı. Siyasi mülahazalarla  Kuran’ın tamamının inkarı, İslam tarihinde çokça var. Ancak, tamamen siyasi görüşlerine uymadığı için, reddedilen ayetler olarak KAFİRUN süresi, galiba tarihte bir ilk olacak.
Ancak şu noktayı kaçırmayalım. Kuran ayetlerinin pek çoğu, siyasi mülahazalar ile yorumlanmış, tevil edilmiş ve farklı anlamlar yüklenmiştir. Bu İslam tarihinde olağan bir durumdur. Lakin SİYASİ yaklaşımda bulunularak,Kuran’dan bazı ayetlerin çıkarıldığı ilk vakıa ile karşı karşıyayız, kanaatimce.